Ramazan

Umre Farzların Yerine İkame Olmasın!

4228
10.06.2015

Umre ibadetinin, dinimizin sevap kaynağı olarak önümüze koyduğu ibadetlerden olduğu tartışmasız bir hakikattir. Bilhassa ramazan ayındaki umreye vaat edilen sevap daha da muhteşemdir. Umrenin muhtevası olan Kâ’be’yi tavaf ve müştemilatı, beraberinde Resûlullah sallallahu aleyhi ve selemin kabrini ziyareti de barındırınca, Müslüman için umre ibadetinin dille ifade edilmesi zor bir anlam ihtiva ettiği daha rahat anlaşılacaktır. Umre, hiçbir tereddüde mahal bırakmayacak şekilde ibadettir. İlk nesilden itibaren de yapılagelmiştir. Bunu bu şekilde tespit edebiliriz.

Günümüzde yoğunlaşan ve neredeyse hac gibi kura ile yapılabilecek duruma gelen umre ibadetini zamanımız açısından ele alabiliriz. Yüzeysel bir bakışla bakıldığında, dinimizin bize gösterdiği ibadetlerden biri olan umrenin, çoluk çocuk büyük bir alaka ile yapılıyor olması göğüs kabartacak bir durumdur. Dinimizi yok sayanlara karşı bir iftihar kaynağımızdır. Sadece bir ibadet olarak ele alındığında umre izdihamına bu yorumu yapabiliriz. Keşke bütün mü’minler, defalarca umre ile şereflenseler, umreden beklenen ecir ve temizlenmeye nail olsalar! Bunu temenni etmeye mecbur hissetmeliyiz kendimizi.

Umrenin Şeriat ıstılahı ile ele alındığındaki hükmünün farz ve vacip olmadığı da bir hakikattir. Umre nafilelerden bir nafiledir. Umre yapmanın fıkhî hükmü Sünnet olarak belirlenmiştir. Bunu da tespit edelim.

Üçüncü bir tespitimiz de şu olsun: Allah rızası umularak yapılan ibadetlerde farz, sünnet ya da nafile ayrımının pratikteki yeri nedir? Müslüman, farz veya nafile oluşuna bakmadan, beğenip uygun gördüğü bir ibadeti yaparak kulluk için gerekeni mi yapmış olur yoksa kendisini mi avutur? İbadetlerde en temel ilkelerden birinin, istenenin istenen zamanda ve istenen şekilde yapılması ilkesi olduğuna dikkat ettiğimizde, umre de dâhil olmak üzere ibadetlerde ‘beğenip yapma’ olmayacağı anlaşılacaktır. Aksi takdirde Şeriat hükümlerinin ‘farz ve diğerleri’ şeklinde bir tasnife tabi tutulmalarının bir anlamı kalmayacaktır. Hâlbuki ‘farz’ durumunda olan bir ibadete, ‘farz olmayan’ hiçbir ibadet asla muadil değildir. Sabah namazı üzerinden yürütülecek bir örnekten yola çıkarak, sabah namazının farzı olan iki rekâta muadil veya onun yerine konabilecek hangi farz olmayan namaz olabilir? Bütün farzlar ve farz olmayanlar için bu kuralın geçerli olacağı, fıkhın ilk bilgileri ile anlaşılır bilgilerdendir.

Müslümanlar olarak, istediğimizde ailece umreye gidebilme imkânları bulduğumuz bir zamanda, ‘nafile bir umre’ uğruna farzların feda edilmesini geçiştirebilir miyiz? Çıktığımız yolculuğun bir ibadet olması hatta umre gibi büyük ecirlerin vaat edildiği bir ibadet olması, daha da renkli bir bakışla bakarak Medine ziyareti de ihtiva eden bir ibadet olması, bizim üzerimizdeki farzların ihmali pahasına umreye gitmemizin gerekçesi olabilir mi? Bu soru, umre gibi bir ibadeti irdelemekten rahatsızlık verecektir şüphesiz; Allah için umre yapmaktan hangi vebal oluşabilir şeklinde bir soru tabii bir sorudur. İbadetler, bir tür gezi çeşidimiz, dinlenme ve yaşantımızı renklendirme vesilesi yapılamaz. Yapılırsa ortada, kulluk maksadı ile yapılan ibadet kalmaz. Zira ibadetler, zevkleri tatmin için değildir. Bilakis nefisleri terbiye eden ve kulluk kıvamına getiren işlerimize ibadet denmektedir.

Müslüman için Allah’ın haramlarından korunma bir farzdır. Her Müslüman’ın sorumluluğu altındakileri haramlardan koruması da farzlardan bir farzdır. Bilhassa fitnenin kol gezdiği bir zamanda bu farz görev daha da ileri derecede bir önem arz eder. Nesillerin artık saymakla bitiremeyeceğimiz kadar yoğun bir fitne seli önünde sürüklendiği bir zamanda umrenin nereye oturtulacağı düşünülebilir. Ya da umre ile neslimizi haramlardan koruma, onları kulluk zevki ile yaşatma görevimiz arasında nasıl bir tercih yapacağımızı da düşünebiliriz. Umreyi, iki haftalık bir iş düzeyinde göremeyiz. Eğer buradaki durum, bir cephenin korunması ise bizim konumumuz da farz olarak belirlenmiş bir konum ise iki saatlik bir zaman için de olsa cepheden ayrılmamız doğru olmayacaktır. Nafilelerden bir nafileye sığınıp farzlar arasında en önemli bir farzı ihmal etmenin adını ‘iyi bir iş yapma’ olarak nasıl isimlendirebiliriz? Bu zamanı umre zamanı olarak görmenin içini doldurmak zor olacaktır. Bir meşhurun başını çektiği gruba katılıp umre yapmak, Uhud’da duygusal sözlerle gözyaşı akıtıyor olmak, bir kere daha ele alınmalıdır.

Hangi zamanda ne gerekiyor ve ne yapıyoruz?

Umrenin kısa bir zaman içinde yapılması, onun için harcanan paranın büyük bir meblağ olmaması çok önemli değildir. Önemli olan, bizi nafilelerle farzları yer değiştirmeye sevk edenin ne olduğudur. Bu, bizim bulunduğumuz hâli ve hâlin bize yüklediği sorumlulukları üzerimizdeki farzlardan bir farz olarak görmememizden kaynaklanıyorsa başta cihat olmak üzere, pek çok değer bizim için yerinden oynamış demektir. Bu anlayış bizi, yarın haccın yerine umre yapma tercihine götürürse şaşmamalıyız.

Nureddin Yıldız