Mektuplar

Hadislere nasıl bakılması gerektiği ve dindeki yerini soran Müslüman'a mektup

19082
16.09.2011

Genel olarak hadislere bakışımız nasıl olmalı? Okuduğumuz veya dinlediğimiz hadislerin sahihliğini nasıl anlayabiliriz? "Kütüb-i Sitte'deki hadisler sahihtir" mi denmeli? Hadisler akideye konu olurlar mı?

Allah Teâlâ’nın kullarına cennet yolunu göstermek için gönderdiği peygamberi Muhammed aleyhisselamın sözlerine HADİS denmektedir. Peygamber aleyhisselam efendimiz, kendisinden sonrasına iki kaynak bırakarak gitmiştir. Bu kaynakların biri Kur'an diğeri de hadislerinden oluşan Sünnet’idir. Sünnet, bir manada hadislerin toplu olarak bulunduğu kültürün adıdır.
Müslüman’ın Sünnet’e bakışı, Rasulullah sallallahu aleyhi ve selleme bakışı gibidir. Sözün sahibi muteber ama sözü muteber olmayan bir durum çelişkidir. Bu çelişki ise imanla ilgili sıkıntılar oluşturur. Rasulullah sallallahu aleyhi ve selleme iman etmek ama onun sözlerini sıradan insan sözü gibi değerlendirmek nasıl mümkün olabilir?

Elimizdeki hadislere bakışımızı şu kurallar ölçüsünde ele alabiliriz:
1- Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem efendimizin yirmi üç yıllık nübüvveti süresince sürekli kendisine inen Kur'an ayetlerini ve o ayetleri açıklayacak nitelikteki hadisleri (O'na ait sözleri) ashabına söylediği sabittir. Yirmi üç yıllık sürenin ardından büyük bir Kur'an ve Sünnet birikimi oluşmuştur. Bu hususta herhangi bir tartışmaya mecal yoktur.

2- Bizzat Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem efendimiz, kendisine inen ayetleri ‘vahiy kâtipleri’ olarak bilinen sahabiler aracılığı ile yazdırdığı da bilinen bir gerçektir. Ancak hadisler için yani Kur'an dışında Peygamber aleyhisselama ait sözler için bu yazılma gerçekleşmemiştir. Bizzat kendisi hadislerin yazılmamasını emretmiştir.

3- Kur'an ayetlerinin yazılması, hadislerin ise yazılmaması daha sonraki dönemlerde Kur'an’ın tek bir kelimesine bile zarar gelmeden saklanmasını, hadislerin ise korunabildiği kadarıyla bir sonraki kuşağa intikal etmesini doğurmuştur. Bu da ikinci bir gerçektir.

4- Ashabı kiramın idrakinde Kur'an, mü'min olmanın yüzde yüz şartı görüldüğünden, onu muhafaza etme, ona hizmet etme gibi oluşumlar büyük bir alaka görmüş, Kur'an’ın anıldığı yerde adeta nefesleri kesilmiştir. Aynı heyecan ve hizmetin hadisler için o oranda yapılmadığını görüyoruz. Bu durum aslında hadislerin hafif görülmesinden kaynaklanmamıştır. Bilakis, Kur'an ve hadis arasında "Allah ile Peygamber’i arasındaki oranlamaya benzer bir oranlama" yaptıklarından neticede hadisler, Kur'an’dan sonraki kaynak durumunda kalmıştır. Filhakika, durum da böyledir. Kur'an ilk ve tek, hadisler ise Kur'an’dan sonraki ikinci durumundadır. İmanımız da böyledir, imanımız gereği oluşturduğumuz hukuk ve ilmi oluşum da böyledir. Birinci kaynağımız Kur'an, ikinci kaynağımız Peygamber aleyhisselamın hadisleridir.

5- Bir Müslüman olarak Kur'an’ımıza bakışımız şu şekildedir:
a- Kur'an’ımız bize, Allah’tan indiği şekilde hiçbir harfi eksilmeden ve tek bir harf ilave edilmeden ulaşmıştır. Bu bir iddia değil, imandır. Böyle inanıyoruz. Kur'an’ımızın bize intikalinde eksilme-azalma olabileceği iddiasında bulunanın imanını arızalı görürüz. Böyle bir tartışmayı kabullenmeyiz.

b- Kur'an’ımız, dinî, hukuki, ahlâkî, siyasî ve sosyal hayatımız için ilk ve öncelikli bir belgedir. Kur'an’da var olan her şey bizim için nihaî bağlayıcı niteliğe haizdir. Onu tartışmaya açamayız, ihtimalli bir kaynak olarak göremeyiz.

c- Allah için yapacağımız/yapmamız gereken en önemli cihat eylemlerimizin başında Kur'an’ı ebediyete kadar muhafaza etme görevi vardır. Kur'an için yapılacak her ne varsa onu lütfen değil, iman gereği olarak yaparız. Ona hizmeti, onu okumak, onunla amel etmek düzeyinde bir görev telakki ederiz.

6- Kur'an’ımızdan sonra gelen ikinci kaynağımız olan hadisler hakkında ise şu hususları ilkelerimiz olarak belirleyebiliriz:
a- Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellemin yirmi üç yıllık konuşmaları, olaylara tepkileri, örnekliğini oluşturduğu eğitimi olarak bize ulaştırılan kültürün bütününü aktaran hadisler, bizim açımızdan bir dindir. Dinimizin ayrıntılarını bu hadislerden öğrenmekteyiz. Zira Kur'an’ımız, bir Müslüman için yeterli olacak düzeyde ayrıntı ve izah getirmemiş, izah ve ayrıntıya Peygamber aleyhisselama yani onun hadislerine bırakmıştır. Müslüman olarak hadisleri sahiplenmemiz bir anlamda Kur'an’ımızın anlaşılmasını, uygulanmasını kolaylaştırma demektir. Hadisler olmadan ele alınan bir Kur'an, onu ele alanın beynine göre şekillendirilmiş Kur'an’dır. Çünkü hadisler, Allah Teâlâ’nın ‘açıklayıcı’ kimliği ile gönderdiği peygamberinin açıklamalarından oluşmaktadır. Eğer bir hadis bize, sorunsuz bir şekilde ulaşmış ise teslim olmamız, Müslüman ismini hak etmemizin adeta bir şartıdır. Peygamber aleyhisselama iman edip, onun sözlerini sıradan bir insan sözü yerine koymanın Müslüman olmakla bir arada tutulamayacak bir sorun olacağını anlamak zor değildir.

b- Hadislerin bize ulaşması ile, Kur'an’ımızın bize ulaşması aynı olmamıştır. Kur'an, tek bir harfinde bile sıkıntı olamadan bize ulaşmıştır. Bütün mü'minlerin imanı böyledir.

Hadislerde ise şöyle bir süreç vardır:
- Peygamber aleyhisselam ilk önce ashabın hadisleri yazmasını yasaklamıştı. Daha sonra hadislerinin yazılmasına izin verdiğini söyledi.

- Ashabı kiram, Kur'an yazar gibi hadis yazmadılar ama hadisleri annelerinin babalarının adları gibi ezberlediler. Bu ezberde onların yöresel yaşantılarının da etkisi oldu. Ezber zekâlarının iyi olması işe yaradı. Ashabı kiram Allah onlardan razı olsun, köy köy dünyayı dolaşmaya denk bir azimle Peygamber aleyhisselamdan duydukları tek bir hadisi öğretmek için yollara, çöllere düştüler. Binlerce sahabi, bildiği hadisi on binlerce insana ulaştırdı. Bu ikinci nesil yani tabiin nesli, sahabiden öğrendikleri hadisleri (ve onun paralelinde Kur'an’ı) iyice hıfzettiler, başkalarına da öğretme heyecanı ile geceleri gündüzleştirdiler. Fakat bu nesilde de ciddi bir hadisleri Kur'an gibi yazma, kitaplaştırma hamlesi olmadı. Tek tük denecek gelişmeler oldu.

- Hadislerin sadece dilden dile aktarılarak taşınması iki sorunu gündeme getirdi. Ya da iki sorun, mü'minlerin endişelenmelerine neden oldu. Birinci sorun, hadis bilenlerden birinin ölmesi, ihtiyarlaması bir kaynağın kaybolması sonucunu doğurdu. İkinci sorun da, hadislerin yazılı bir belge hâline getirilmemiş olmasının tabii sonucu olarak, ‘bu hadistir’ diyerek, hadis olmayan sözleri hadis gibi uyduran iyi niyetli veya kötü niyetli kimselerin yaptığı işler ortaya çıktı. Böylece uydurma hadis faciası korkuttu. Bunun yanında zikredilebilecek bir sıkıntı da, herhangi bir kasıt olmadan bir hadisin yanlış aktarılması ihtimali de sıkıntı veriyordu.

- Müslümanların elindeki HADİS HAZİNESİ, Peygamber aleyhisselamın vefatından bir asır sonra ‘kaybolma ve içine hadis olmayanın karıştırılması’ tehlikesi ile karşı karşıya kalmış oldu. Kur'an için ise böyle bir tehlike yoktu. Çünkü Kur'an bir yandan yazılı nüshaları ile korunuyor bir yandan da Müslümanların büyük bölümü tarafından harflerine bile sadık kalınarak ezberleniyordu. Kimsenin bir harf ilave veya eksiltme yapamayacağı muazzam bir koruma altında idi.

- Birinci asrın sonunda Raşid Halife Ömer bin Abdülaziz’in gayreti ile ilk HADİSLERİ YAZIP KORUMA ALTINA ALMA hamlesi başladı. Bu tarihten önce de tek tük yazan bulundu ise de ilk defa yazma girişimi devlet eliyle başlatılmış oldu. Ömer bin Abdülaziz, bu işin sonunu göremeden vefat etti ama İslam topraklarında bir HADİSLERİ YAZMA SEFERBERLİĞİ başlamış oldu. On binlerce ilim mücahidi mü'min, üç asra yakın bir zaman adeta bütün dünyayı bir medreseye çevirdi. Binlerce kilometrelik yollar defalarca kat edildi. Buhara’dan Yemen’e, oradaki yirmi hadisi bilen birinden o bildiği hadisleri öğrenmek için insanlar, binekli bineksiz, aç tok seferlere çıktılar. Bilen bildiğini öğretti, bilmeyen bilmediğini öğrendi. İnsanlık tarih yazdığından beri bugüne kadar öyle bir ilim hamlesi gerçekleştirememiştir. Binlerce kitap çıktı ortaya. Bu kitaplarda on binlerce PEYGAMBERE İZAFE EDİLMİŞ HADİSLER yazılıydı. Hadisler kaybolmasın diye endişe edilirken, bir hadis kütüphanesi kurulmuş oldu.

- Hicretin üçüncü asrından itibaren ise, Peygamber aleyhisselama aittir denerek kitaplara yazılan bu hadislerin hangisinin ne oranda gerçek olduğunun irdelenmesi ihtiyacı belirdi. Bu sefer de hadisler üzerinde, Peygamber aleyhisselama ait olup olmama oranına göre bir değerlendirme hamlesi başlamış oldu. Âlimlerin bir kısmı hadis derlemeye çalışırken bir kısmı da derlenenlerin niteliğini araştırmaya koyuldu. Bu ikinci hamle daha uzun sürdü. Günümüze yakın zamanlara kadar da devam etti.

- Neticede hadisleri SAHİH OLANLAR VE OLMAYANLAR diye tasnif edebileceğimiz bir hadis kültürü oluştu. Başta Buharî ve Müslim olmak üzere bazı âlimler sadece sahih olan hadisleri derlemeyi ilke edindiler. Bu amaçla eserler yazdılar. Kimi bunda muvaffak oldu kimi de olamadı. Kiminin eserinde yüzde şu kadarı iddiaya uymayan sonuçlar gösterdi kimininkinde de yoğunluk sorunlu hadislerde oldu. Toplanmış hadisleri Sahih olan ve olmayan diye ele alanların çalışmaları da başkaları tarafından ele alındı. Büyük bir ilim hamlesi asırlarca sürdü. On binlerle ifade edilebilecek bilim ilim ordusu kuruldu. On asır denebilecek bir zaman bütün İslam coğrafyası bu çalışmaya şahit oldu.

- Hicretin altıncı asrından itibaren, yazılmış eserler üzerinde de yüzlerce tahkik, inceleme, araştırma yapılmış oldu. Tenkit eden oldu, beğenen oldu. Ortaya bir beğenilenler, tartışılanlar, reddedilenler çıktı. Elbette bütün bunlar, basından izlenen bir süreçte değil medreselerde bu işe ömür vermiş erbabının yaptığı bir iş olarak sürdü. On binlerce âlimin çalışmasını yine on birlerce âlim, hür bir şekilde tenkit etti, yazıp çizerek daha doğru olanını gösteren bir tepki ortaya koyarak ele aldı.

- Sonunda bir, beğenilen eserler listesi oluştu. Bu listeye ALTI KAYNAK anlamına KÜTÜBİ SİTTE adı verildi. Bunların dışındaki eserler ise dışlanmış olmadı ama ileriki zamanda araştırılmaya devam edilmesi gereken eserler olarak görüldü. Bu altı eserin içinden ikisi BUHARİ ve MÜSLİM en öne çıkan eserler oldu.

- Buharî ve Müslim’deki hadislerin TAMAMININ sahih olduğu kabul edildi. Hadisin sahih olması ise, Peygamber aleyhisselama ait olduğunda tereddüt bulunmaması anlamına kullanılan bir kavram olarak ortaya çıktı. Peygamber aleyhisselama ait olduğunda şüphe bulunulan hadislere ise ZAYIF hadis dendi. Hiçbir şekilde Peygamber aleyhisselama ait olmayacağı kararı verilene ise MEVZU dendi.

- Ümmet bunu bu şekilde kabul etti. Ta ki Müslümanlar çocuklarını, İslam’a düşmanlığı olan Batılı ülkelerin üniversitelerine hadis, fıkıh öğrenmek için gönderinceye kadar. Papazların ve hahamların ders okuttuğu fakültelerde Müslümanların çocukları İslam öğrenip geldikten sonra on asra yakın bir zamandan beri bütün Ümmet’in söz birliği ettiği kaynaklarımızın bir yığın ayıbı olduğu ortaya çıktı. Müslümanlardan hayâ etmeden, onların yüzüne baka baka Buharî, Müslim tenkit edildi. Kusurlu olduğu söylendi. Bazen, Kur'an’ı savunma bahanesi ile bazen da ilmi gerçekler adı ile bu tenkit yapıldı.

Bizim için kâfirlerden İslam öğrenmişlerin ne dediği hiç de önemli değildir. Müslümanların Bağdat’taki medreselerinde hadis okuyarak âlim olmuş Zehebi’ler gerçek ölçüdür. Sahih olan her hadisi din kabul ederiz. Dinimizi de ilim için değil amel etmek için öğreniriz.

Buhari ve Müslim, bu Ümmet’in iki büyük kitabıdır. Filancanın tenkidi bizim için bir değer ifade etmez. Bizim yolumuz bellidir. Bu Ümmet’in medreselerinde okuyup âlim olanların yolundan gideriz. Onları önder kabul ederiz ve bizim yolumuz olan Buharilerin Müslimlerin yolunu takip ederiz. Dünyada onların yolunda olmayı, onlarla beraber de haşrolmayı temenni ederiz. Velev ki kâfirler beğenmesin, bilimsel bulmasın, çağdaş görmesin! Akıl da bu ya!
Nureddin YILDIZ
facebook.com/nureddinyildiz
twitter.com/nurettinyildiz

Nureddin Yıldız